DOĞA ANA

Evinde bir canlı beslemenin ayrıcalığı ve farkındalığı başka. Unuttuğumuz şeyleri hatırlatıyor: Uyum gibi, evde temizlik olduğunda odasından çıkmayan ortalarda dolanmayan bir canlı, bu biraz korkmasına birazda “o an bu an değil normalleştiğinde devam edeceğiz” diyebilmesinde. İnsan dışında diğer canlıların “erteleme” davranışı yoktur, cümlesini tartışmaya açarcasına hareketler bunlar. Doğa ana yaşaya kalmanın şifresini her bir evladının kodlarına işlemiş. Bu kodlara aykırı davranan evlatlarına ders vermeyi de ihmal etmiyor. Aklınız bütün sosyal çevrenizi ve biyolojik çevrenizi domine etme üzerine çalışıyor olabilir ancak fazla baskın davranışların ekip olma, sevilme, ait olma ihtiyaçları nedeniyle bastırıldığı yaşlarda olduğunuzu varsayarsak; sosyolojik ihtiyaçlarınız nedeniyle uyumu öncelediğinizi söyleyebiliriz. Bunun bir olgunluk gerektirdiğini, egosantrik evreden zamanla çıktığımızı biliyoruz. Hani dünyanın etrafımızda döndüğü güneş sisteminin merkezinde olduğumuz o eşsiz ve belalı evreden… Hani tanrısal bir parça taşıdığımızı düşündüğümüz bir parça grandiyöz ve omnipotent örüntüden…

Bu bireysel gelişimimizde biyolojik ve zihinsel olgunlaşma ve sosyal gerçekliğin kabulü ile gerçekleştirdiğimiz gelişimsel örüntüler. Bütün bunları yaparken kibir kumkuması olmuş bir tarafımız içsel olarak aynı şeyi tekrarlayadurmuş sanki; “Bütün dünyanın merkezinde ben varım ve ben bu gezegenin en zeki canlısıyım.” Yani “Doğa Ana”nı kurallarına uyum sağlamamışız da vakti zamanı gelene dek –mış gibi yapmışız… Şuan vakit tam o vakit ve gezegenin en zeki canlısı hükümranlığını ilan etmek üzere… Karşılığını ne ile ödediğini defaten yazdık, kendinden verdikleri, vazgeçtikleri, güç ve etki alanını genişlettiğini düşünürken “Örümcek ağına yakalanmış bir sinek” gibi varoluşunu yazdık… Bugün kendine yaptıkları değil yol arkadaşlarına yaptıklarını yazalım istedik. Acımasızlığı, kibri ve açgözlülüğü ile yol arkadaşlarına yaptıkları…

“İspanya’nın Cordoba kentinde sinirli bir boğa boş bir arenaya salınır. Öldürme içgüdüsünü en üst düzeye çıkarmak için, bu hayvanlar kuşaklar boyunca özele yetiştirilmiştir. Sonra bir Yale profesörü arenaya girer. Parlak altın renginde bir ceketle tıpkı matador gibi giyinmiştir. Boğanın önünde kırmızı bir pelerin sallayarak onu kışkırtmaya çalışır. Profesör, dehşet içinde koşmak yerine; sakin, kendinden emin, hatta çevreden kopmuş gibidir”.

Boğa nişan almış ve profesöre kenetlenmiştir. Profesöre doğru koşmaktadır. Profesör kaçmaya kalkışmaz. Elinde küçük bir kutu tutmaktadır. Kameraların önünde kutunun üzerindeki bir tuşa basar ve boğa birden durur. Profesör kendinden o kadar emindir ki hayatını riske atmıştır. Bu Yale Profesörü Dr. Jose Delgado’dur. 1960’larda hareketlerini kontrol etmek amacıyla, hayvanların beyinlerine elektrotlar yerleştirerek kayda değer ve heyecan verici hayvan deneylerine öncülük etmiştir. 1969 yılında ise “Aklın fiziksel kontrolü: Psikomedenileşmiş Bir topluma Doğru” adlı kitabı yazmıştır. Bütün bu deneyleri neden yaptığını soran gazeteciye; ruh hastalarını korkunç işkencelerden kurtarmak için cevabını vermiştir. Gelinen aşamada neyin ne kadar kontrol edildiğini bilmemekle beraber, süregen bir boz-yapın içinde yaşadığımız su götürmez bir gerçek: Her parçanın her yere uyduğu “lego dünya”… Başlatan düşünce ne kadar insani olursa olsun, devam ettiren düşüncede kibrinden ve açgözlülüğünden ciddi miktarlar bulundurmaktadır insanoğlu…

Açgözlülük; her şeyin en’ine sahip olmaya ilişkin önlenemez bir istek olarak tanımlanabilir psikolojik olgunluğun ikinci basamağı, en güçlü, en zengin, en başarılı vb. Burada tutulmanın, tutulmanın diyorum çünkü gelişim devam etse bir sonraki basamağa geçebilecekken burada kasıtlı konaklatılan insan sadece güce vurgun ve tüketmeye… Doğa ana’nın sadakatle takipçisi olduğu tek öğretiden vazgeçmeden izinden gitmeye çalışıyor insanoğlu: Nöral ağlar zor yoldan, bir şeylere çarparak, hatalar yaparak öğrenmek zorundadırlar…

Yolculuğun zorluğu bir yana feragat ettiği değerler nedeniyle daha bir çıkmaza saplanıyor. Takasta başı çeken erdemler: Merhamet, adap, özgecilik… Karşılığında alınan: Şişik bir ego sınırlarını genişletmiş ve bir dünya en… Erdemlerin aklın sınırlarını da belirlemesi beklenirken sınırsız bir varoluşta; suya ihtiyacın artacağı endişesi ile kendi dışındaki canlıları yok eden insan, aslında bütüne zarar verdiğinin ve kendini yok ettiğinin farkına bile varamamaktadır.

1300’lü yıllarda başlayan “veba” salgını ve savaşlarda yitirilenlerden daha fazla can kaybı ile sonuçlanan salgınlar; oynadığınız minik bir “doğa ana” dengesinin sonucu olabilir mi acaba? 2020 yılı başlangıcı itibari ile ardı ardına gelen sarsıcı olaylardan bir tanesi “corona virüsü” biyolojik bir savaş mıdır, bozulan bir dengenin yeniden dengeye kavuşma çabası mıdır bilinmez ancak? Bilinen bir şey; çok akıllı olabilirsin, hırsların merhametine galebe çalabilir. Sandığı kadar akıllı olsan sosyal ilişkilerini dengede tutmak için nasıl uyumlu yaşıyorsan, doğal çevrenle de uyum içinde var olurdun. Binlerce yıldır beşiğinde uyuduğun “doğa ana” farklı öğretme metotlarıyla bunu da öğretecektir sana insanoğlu…

Öldürüldüğümüzün kendi kendimizi öldürdüğümüzün kanıtına ihtiyaç duyan bizler, aksini ispat etmeye çalışmıyoruz. Her gün kanıt toplamaya çalışıyoruz.

Yazı tarihi: Sondan bir önceki gün…