Var Da Kal TÜRKİYE…
Bugün dünden daha kötü, yaşaya kalmaktan umutlu, birlikte yaşadıklarından umutsuz olmak nasıl bir hal...? 2019 sonu itibari ile hayatımızı baştan aşağı şekillendiren minik canlı hayata tutunmak için çırpınıyor. Onun varlığı bizim yokluğumuz anlamına geliyor veya zihnimizin bizi mahkûm ettiği hapishanenin adı bu; ya yok edeceksin ya yok olacaksın… Bir şeyi bir şekilde düşünmeye ve yapılandırmaya alışmaya görsün zihin, gelişli gidişli otobanlar açmaya görsün haritasında, nöral yolaklar kaderi olur ruhu duymaz. Birlikte yaşadıklarından umutsuz olan Çolpan Ana’nın umutsuzluk sebebi de tam burada başlar: Bütün dünyaya aynı anda merhaba diyen bu küçük canlıyı tanıma ve tanımlama ile ilgili bilgiyi bugüne kadar ki referans merkezlerinden alan bilim adamı umutsuzluk sebebidir. Bu küçük canlının sonunu getirdiği bir ekonomik sistemin eskimiş modelleri ile kurtuluş haritaları çizen iktisatçı umutsuzluk sebebidir. Bütün gelecek öngörülerini sonunun geldiğinin farkında olduğu sistemin aydınına bağlayan aymaz umutsuzluk sebebidir. Eller iyi ben kötü, bana yakın olan benden kötü diyen insancıklar umutsuzluk sebebidir. Zehri kendisi ile sınırlı kalmayıp, bu küçük canlıdan daha hızlı her yere sirayet ettiren kim varsa umutsuzluk sebebidir. Eksik veri ile işlem yapıp, ekonomik göstergeler olumsuz, iç kargaşa için en uygun vakit, bütün dünyada böyle oluyor diyen memleketinden umudu kesmiş, kötü niyetli aktivist umutsuzluk sebebidir. Beyaz atlı prensleriniz gelemeyecek üzgünüm. Yerlerinden kımıldamalarına imkân vermeyen bir sorunları var “ölümlü” olduklarını fark ettiler. O “ölüm” iyi ki var. Bütün geçer akçeleri “sıfır”la çarptı, başlangıç noktalarını eşitledi. Nöral yolakları yeniden inşa etmez isek, elimizde Bursa haritası ile İzmir’de adres aradığımızı fark etmez isek, bu başlangıç noktasını da kaçırıp geriden gidenlerden olabiliriz… Geride kalmak, zihinsel süreçlerimizin bize reva gördüğü kader olarak tarihe notunu düşer…
Başlangıç noktaları değişiyor!
Daha çok üretim ve daha çok tüketim üzerine kurulu modern dünya döngüsü değişecek. Açgözlülüğün ve hasedin kurumsallaştırıldığı bir dünya içinde yaşayanlarla birlikte kendisini de tehdit etmeye başladı ve dönüşmek zorundadır. “Benim neyim yok?” sorusu ile şekillendirilen varoluş “Benim neyim var?” sorusuna evrilecektir. Önümüzdeki günlerde, benim neyim yok’tan, benim neyim var’a geçiş yapacak olan birey, ilkin yaralı ve ihtiyaçları karşılanmamış bir iç dünya ile yüzleşip, ihtiyacı olan kadarı ile yaşamayı öğrenecektir. Gösterişten uzak tüketim bilinci ile var oluşuna katkı sağlayacaktır. Benim neyim var diyen toplum ise; gereksiz alımlar, gereksiz binalar, gereksiz lüks, laf olsun diye yapılan her şeyden vazgeçip, en güvendiği yeterliliklerini gönendirme yolunu seçecektir. Sahip olduklarının farkına varan birey ve toplum onları yüceltmek ve gerçek ayak izleri bırakmak için kendinde daha fazla güç ve yetkinlik hissedecektir. Gerçek ayak izleri, instagram story’lerinden farklı olarak o izi bırakanı psikolojik açıdan esnek ve dayanıklı kılar. Gerçek toplumsal ayak izleri de tıpkı bireyde olduğu gibi (PR kokan manşetler değil gerçek ayak izleri) toplumları psiko-sosyal açıdan esnek ve yenilmez kılar. Gerçek ayak izi olan toplumlar türedi kahramanlara ihtiyaç duymaz. Kahramanları kendilerine kahraman demez, yapar ve geçerler… Gerçek ayak izi bırakabilmek için temiz bir niyet ve eylem dışında ihtiyaç duyulan üçüncü önemli kavram neye sahip olduğunun farkında olmaktır.
Diğeri için ne yapabilirim?
Minik canlının bakış açımıza bir diğer katkısı kendi içinde boğulan bireyi diğerlerini görmeye odaklamış olmasıdır. Diğeri kendisi kadar kıymetliymiş, gerçek normaller başladığında büyük acının derin öğretilerinden birisi de bu olacaktır: Diğeri için ne yapabilirim?
İnsanoğlunun var olduğu ilk anlardan itibaren şekillendirilmeye çalışılan “erdem”lerin belki de gerçek manada içleri doldurulacaktır. “Akıllı kentler” modasının yanında, “erdemli kentler” gibi bir kavramında telaffuzuna tanıklık ettiğimiz şu günlerde, insanoğlu ihtiyaçlarına yönelik adımlar atıyor diye düşünebiliriz. Bütün parametrelerin yeniden gözden geçirileceği çağda kavramlarda elbette sarsılacak. Medeniyet ne demek, insani gelişmişlik ne demek, zenginlik ne demek, özgürlük ne demek mesela? Sadece “laissez faire” diyerek özgür olunabilir mi, doymayacak dürtüleri coşturarak kurulan düzen insanoğlunu nereye yaklaştırdı, iç yularları toplamayı ne zaman öğrenecek mesela? Merkezine kendini ve dürtülerini alan bireyin mutsuzluğu bu çağın ağır bilançolarından birisi olarak irdelenecek konular arasında yerini alacaktır. Belki de bu minik canlı sarkacın denge konumuna gelmesine yardımcı olacaktır… (Devamı önümüzdeki sayıda…)