TEKNOLOJİ TRENİ/MÜCADELESİ…

Öncelikle ben bir tarihçi değilim. Sadece tarihe merakı olan okuyan, öğrenmeye çalışan biriyim. Tarih boyunca zorluklar karşısında insan oğlu kendini geliştirmek mecburiyetinde hissetmiş. Yani zorluk ve sıkıntı olunca çare üretmiş. Yani deyim yerinde ise yumurta kapıya dayanmadan çare düşünmemiş. Tarihsel süreçte nüfusun artmaya başlaması ile birlikte, artan nüfusların çalışması, karnını doyurması, barınması ve geçimi daha zorlu hale geldi. 16. yüzyıldan itibaren artan nüfusu doyurmak, barındırmak ve iaşelerini sağlamak için önce tarımda önemli gelişmeler yaşandı, ardından makineler endüstrileşmeyi sağladı. Özellikle 18 ve 19 yüzyıllarda buluşların artması, buhar gücüyle çalışan makineler sayesinde Birleşik Krallık’ta başlayan sanayi veya endüstri devrimi dediğimiz süreç daha sonra Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya’ya sıçradı. Ardından dünyaya yayıldı…

Osmanlı Türk İmparatorluğu döneminde başlayan yenileşme süreci aslında zaman olarak Avrupa’nın çok gerisinde değil. Yeterli altyapının olmayışı sanırım bu süreci geriden takip etmemize neden oldu sonrasında ise meşhur trene bir türlü binemedik. Tren örneğinden devam edecek olursak, ilk buharlı trene arkadan koşarak binme imkânımız vardı. Çünkü kapıları kapanmıyordu. Geldik hızlı trenlere, artık tren hareket etmeden önce kapılarını kapatıyor. Binme imkânınız olmuyor. O nedenle kendi trenimizi, kendi teknolojimizi kendimiz üretmemiz gerekiyor.

Dünya artık konvansiyonel silahlarla mücadeleyi ikinci plana bıraktı, teknolojik yarış içinde. Bu mücadelede belirleyici etken kimin öncelikli olarak bu süreci domine edeceği... İkinci Dünya Savaşı sonunda “soğuk savaş” sürecinde esas olan teknolojik üstünlük mücadelesiydi. Bir tarafta kendini özgürlüklerin bekçisi olarak gören Amerika ve karşı tarafta komünizm savunucu Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olan Rusya. Bu iki kutbun mücadelesi insanlığı uzaya taşıdı. Ancak komünizmin bu mücadelede nefesi yetmedi. Şimdi kapitalist komünizm modeli (nasıl bir modelse) ile Çin, Amerika Birleşik Devletleri ile yarış içinde. Görünen o ki geleceği şekillendirecek ana argümanlar yapay zekâ ve robot teknolojileri olacak.

Teknolojideki güç mücadelesi bir tekelleşmeyi de beraberinde getiriyor. Çin daha çok devlet destekli diyebileceğimiz şirketlerle ilerlerken, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki teknoloji firmalarının yeni sürece adaptasyon ve yeni yapılanma ile karşılık verdiğini görüyoruz. Örnek mi? Yeni yapılanma içinde ki şirket: IBM. Bu mücadeleden kim galip çıkar bilemiyoruz ama esas olan Türkiye olarak elimizdeki insan kaynağının kıymetini bilmek ve onlara gerekli ortamı sunmak. Bu ifadelerden şu çıkmasın; sanki ülkemizde hiçbir çalışma yapılmıyor, hiç teknolojik gelişme olmuyor... Vurgulamak istediğimiz ülkemizin potansiyeli. Bu nedenle; geçen ay 12 Mart 2021 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı’nın kamuoyu ile paylaştığı “YAZILIM VE DONANIM ENDÜSTRİLERİ BAŞKANLIĞI” kuruluşuna dair açıklaması ülkemiz ve sektör için çok önemli bir açılım. Milli Teknoloji Genel Müdürlüğü, Dijital Dönüşüm Ofisi, bu kurumların ihdası ülkemiz geleceği için çok kıymetli. Ancak, yetişmiş nitelikli ve genç nüfusumuzun doğru değerlendirilerek yönlendirilmesi gerekiyor. Bu kurumlar, ortak akılla hareket ederek sektörü büyütmeli, uluslararası ölçekte ürünlerin çıkmasını teşvik etmeli ve bunların global pazarlarda rekabet edebilmelerine destek olmalıdır.

 

Geçen ay Meclis’te bir yasa değişikliği oldu. Bu değişikle Evrensel Fon’un kullanımı daha esnek hale geldi. Cumhurbaşkanlığının son yayınladığı reform paketinde yerli ürün kullanımı hususundaki hassasiyete tekrar vurgu yapıldı. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Evrensel Fon’un gerçek manada yerli üretim teknolojisinin kullanımı hususunda gereken hassasiyeti göstereceğine inanıyoruz. Bu vesile ile BTK’nın yıl içinde periyodik olarak yayınladığı Sektör Raporu’na yerli ve yerlileştirilen ürünlerle ilgili bir çalışma ve endeks koyması oldukça faydalı olacaktır. Baz istasyonu deyip geçmemek gerekiyor. Geleceğin iletişim teknolojilerinin altyapısı olduğunu bilelim.

 

Pandemi operatörlerimizin teknolojiyi daha etkin kullanmasını ve cirolarının büyümesini sağladığını görüyoruz. Türk Telekom Bölge müdürleri düzeyinde bir revizyona gitti. Vodafone sosyal sorumluluk projelerini artırırken verisini yapay zekâ ile yönettiğini duyurdu. HAVELSAN ve Türksat’ın ardından Ulak Haberleşme’de genel müdür değişimi gerçekleşti. Ulak Haberleşmede Zafer Orhan, Metin Balcı’dan bayrağı devir aldı. Zafer Orhan Bey’e yeni görevinde başarılar diliyoruz.

 

Bu sayıda; “Uzaktan Kimlik Tespiti” konusunu masaya yatırdık. Korona virüs salgınıyla birlikte uzaktan işlemler önem kazandı. Özellikle finans sektöründe uzaktan kimlik tespitine yönelik çalışmalar yapılıyor. Sektörün önemli oyuncuları uzaktan kimlik tespitinin avantaj ve risklerini dergimize değerlendirdi. Ayrıca KVKK Başkanı Prof. Dr. Faruk Bilir’le kişisel veriler ve veri güvenliğini konuştuk. Bu sayıdan itibaren dergimizde yeni bir sayfa açıyoruz. İCT MEDIA-ihalepro.com iş birliğiyle bilişim sektörünü yakında ilgilendiren ihaleler artık dergimizde yer alacak. Bunun sektördeki önemli bir eksikliği gidereceğini düşünüyoruz. Her ay olduğu gibi değerli yazarlarımızın yorumlarıyla katkıda bulunduğu Nisan sayımızı ilgiyle okuyacağınızı umuyorum…