Acılar dediydin Çolpan Ana, gerçekliğinin üstünde bir muhtevaya sahip olabilir dediydin. “Neden böyle kocaman ve silimsiz yapılsın ki acııı işte!” dedi, kekre bir tadın ağzında yayıldığını ve burnunun direğini sızlattığını düşündüren bir yüz ifadesi ile Aydora…
Çolpan Ana söylediklerine dikkat eden sevimli bir kuzu olmasından memnun; Offf Aydora, bin yıllık acı öğretinin tam da merkezini yakalamışsın. Sevdaları mezarlıkta yaşayan, görüp ettiklerini, söylenip işittiklerini aklında tutan, kendi kendine sorgulayıp düşünmeyen insanın dramı bu…
“Ben”i kötülük standardı, ben dışındakileri ise iyilik standardı olarak gören insanın, kendi kendini yok edişi bu, bir de anlam dünyasına “fedakârlık” olarak işleyip cinayetini erdemli kılması yok mu? Sanırım dram olan kısmı da burası Aydora… Benim kafam karıştı, fedakârlık kötü bir şey mi? Yok buna sonra dönelim de asıl acıların neden gerçekliğin üstünde muhtevası vardır ona bir değinelim.
Acı; çiğ yemeği pişiren ateş gibi, acı ham meyveyi olgunlaştıran güneş gibidir aslında Aydora. Yaşarsın pişersin, yaşadığında pişebilmen için ne yaşadığını, neden yaşadığını, ne öğrendiğini, sana ne kattığını, senden neyi alıp yerine ne koyduğunu bir sarraf titizliğinde incelemelisin. Ancak bunun çok önemli bir öğrenme süreci olduğunu aklından bir an bile çıkarmadan yapmalısın.
Acını da öfkeni de yaşadığın bütün duygularını da sahiplenmelisin. “Sahiplenilmeyenler sahiplenilir” doğa ananın kanunudur bu. Acını sahiplenirsen, karşında şefkatli bir öğretmen varmışçasına akar gider her şey. Sahiplenmezsen, senin acını diğerleri sahiplenir, senin yerine çözümler üretmeye, seni içinde olabileceğini varsaydıkları zorluktan kurtarmaya kendilerini adarlar. O vakitten sonra Aydora, referans noktan el değiştirir ve sen anlatılanı dinlemeye, neler çektiğini ötekinden işitmeye öyle alışırsın ki, kendini dağıttıkça ödül alırsın, hücrelerine kadar çırılçıplak bıraktıkça kendini yanında olurlar. Filmin sonunda sen acı arayan, acı bulan, acı yaşayan, ıstıraplı bir yazgı mağduru olarak var olma becerisi dışında hiçbir beceri geliştirememiş olursun. Sen fark etmezsin ama muhtevası gerçekliğinin çok çok üstüne çıkmıştır hikâyede kanatılan noktaların…
Fedakarlığa gelince Aydora; inandığın bir şey için, sevdiğin biri için kendin için yapabileceğin kadar iyi şeyler düşünme ve yapma eylemi/erdemi diyebiliriz fedakarlığa… Yani kıymetli olan şey veya kişiye, kıymetli olan senden bir şey verme bunda elbette kötü bir durum söz konusu değil ve yukarıdaki eylemin kelime karşılığı da bu değil. Yukarıdaki eylem kıymetli olan referans noktalarına kıymetsiz olan “ben”i servis etme, parçalatma ve “ben”den vazgeçme hali… Fedakârlık kendinden vazgeçme değildir, rüşvet değildir. Kendi sınırlarını koruyarak yapılan bir eylemdir. Ancak o yanılgı “ben”i kötülük, “ben” dışındakileri iyilik standardı olarak görme hali yavaş yavaş yok oluş, kayboluş demektir esasında… Yani Aydora ya duygularını sahiplenir yemeği pişirirsin ya da sahiplerin olur… Ve Aydora izin ver balı yesinler ama kovanı talan ettirme.