HUZUR SOKAĞINDAN HUZUR BOŞLUĞUNA

“Sefil zaman yolcuları-I-”

İçimdeki karamsar yaşlının serzenişleri deyip ciddiye almayın yazdıklarımı. Karamsarlığın, kötücül düşüncelerin bulaşma ve konfor alanınıza zarar verme ihtimaline karşı uyarma ihtiyacı hissediyorum sizleri. Düşüncelerinin ağırlığı altında kalan her insan gibi, rahat kafaların konforlu hayatlarına imrenmişliğim var haset etmişliğim değil… Haset olsa idi yaşadıklarım, uyarmaz bulaştırırdım. Sorularınızı duyar gibiyim madem eziyet, karamsarlık ve kötücül düşünceler, kontrol edip neden uzaklaşmazsınız değil mi? Şöyle ki elimizde insanoğlu varolduğundan beri değişmeyen ihtiyaçlarını ve insanı tutup, göz ucuyla da çağcılın ona sunduğu yaşam koşullarına ve modernite veya her ne isenin dayatmalarına bakıyorum. Karşıma kocaman bir boşluk çıkıyor makas hayli açılmış ben ona “huzur boşluğu” diyorum. Geleceğin bir başına huzursuz insanını gördükçe de bir başıma milyonlarca kişilik acı çekiyorum. Yaşanılan paradigmatik aşırılığın bedeli ne ile ödeniyor? Bu çağın ve önümüzdeki çağın “başarı”ya yüklediği anlam nedir? Duralım ve düşünelim. Mesela yaşlı dünyayı kocaman bir işletme olarak düşündüğümüzde başarıyı, üretim maliyetini düşürmek üzere çerçevelersek, tüm akış ve çaba üretim maliyetini düşürmeye yönelecektir. Bunun yerine başarıyı ürün kalitesini artırmak olarak yeniden çerçevelersek, tüm akış bu sefer ürün kalitesini artırmaya yönelecektir. Sizce neyi nasıl çerçeveledik; insanı, başarıyı, hayatı, mutluluğu, var ise huzuru, dostluğu, arkadaşlığı, zenginliği, samimiyeti nasıl…?

Sanırım önümüzdeki çağın insanını, az insan çok robot olarak çerçeveledik. Bu teknolojinin dayatmasıydı sorgu sual etmeden aldık, kabul ettik ve başladık bile robotlaşmaya… Nasıl olur demeyin: Bakın iletişim kurma şeklimize, kimlerle nasıl iletişim kuruyoruz? Kaç çeşit iletişim kuruluyor çevremizde? Şuan, insanın insanla iletişimi (çok az), insanın makine ile iletişimi (çok), makinenin insanla iletişimine (çok fazla) tanıklık ediyoruz. Makinenin insana iletişim dili ise oldukça buyurgan. Söylenileni yapmak zorunda olduğunuz bir dil. Bu çağın paradigmasında teknolojinin bütün dünyayı çepeçevre kuşatması vardı. Yeni ürün buydu ve satılabildiği kadar satılması gerekiyordu. Daha önceki yazılarımda değindiğim “takas” işlemi tam burada başlıyor. Alıyoruz ve karşılığında bir şey veriyoruz. O verilenler çok kıymetli; sıcacık sohbetler, gerçek oksijenle havalandırılan evler, nbr… kib… den müneccimlik yapmadan sizi gerçekten merak eden birilerinin yakınlığı… Kendinizi iyi hissetmenin herhangi bir cihazdan alacağınız iyidir raporuna bağlı olmadığı içten coşkulu iyilik halleri… takasın karşılığında verdiklerimiz ve aldıklarımız… Burada çerçeveleme hatamız yok mu? Var Ipad’lerden akıllı telefonlardan ebeveyn olmaz, ebeveyni verdik sıfır bir telefon aldık. Gerçek bir kütüphaneden daha iyi üniversite yok, kütüphanelerimizi kitaplarımızı verdik, whatpad intelijansiyasına girme hakkı kazandık. Dostlarımızı verdik Whatsapp’tan düğün davetiyeleri aldık. Beş çaylarımız akşam sohbetlerimizi verdik Twitter’dan meydan okumalar aldık. Pek bir heyecan verici… Hayat kolaylaştırmak için var olan teknoloji, 5 temel besin maddesi arasına girdi. 6 temel besin maddesi oluverdi. Susuz yaşayan, internetsiz yaşayamayan çocuklarımız gündeme geldi. Sinsice bütün hayatımıza nüfuz eden bu paradigmanın farkında mıyız? Akıllı telefonu olmayan akıllı çocuklara diğerlerinin sorduğu şu sor bile ne durumda olduğumuzun habercisi: “Aaa! nasıl yaşıyorsun sen?” Sizce nasıl yaşıyordur? Bölünmeden, işgal edilmeden, ihlal edilmeden, istismar edilmeden, sürekli taciz edilmeden… Kendi kendini yani zamanını kendisi yöneterek sizce nasıl yaşıyordur? Dedikodu çağının nimetlerinden mahrum… Whatpad intelijansıyasına dâhil olmadan nasıl yaşanır değil mi? Mesela eskinin çocukları gibi oyun oynayarak, spor yaparak, kitap okuyarak mürekkep kokusundan mest…