Korkunç gürültüden saniyeler sonra gelen sarsıntıyla irkilmişti herkes. Neler olup bittiği anlaşılmaya çalışılırken, “dışarı kaçın, deprem, çok büyük deprem, kıyamet kopuyor” şeklinde çığlıklar yükselmeye başladı. Can havliyle sokağa kendilerini atmak için yarıştı yaşlı genç, herkes. Büyük bir can pazarı yaşanıyordu sabaha karşı Türkiye’nin 11 ilinde. Sarsıntıyla uyanamayanlar, belki de uyanmak istememişti üzerine çöken beton bloklarını görmemek için!
Hayatta kalanların vücutlarına tepeden tırnağa adrenalin yüklenmişti. Bırakın üşümeyi dışarıdaki dondurucu soğuğun bile uzun süre farkına varamadılar. Şubat’ın 6’sıydı, hava soğuktu ve yer yer kar atıştırıyordu. Binaların dışına kendilerini atabilenlerin yaşadıkları şok uzun sürdü. Sanki ne yerdeydiler ne de gökte! Dakikalarca şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Ancak, adrenalinin etkisi geçtikten sonra farkına varabilmişlerdi üşüdüklerinin. Yerle bir olan evlerine baktılar, kendileri kurtulmuşlardı ama yakınları yoktu yanlarında. Peki neredeydiler? Hava karanlıktı. Yıkılan binaların tozu gecenin karanlığını kaplamıştı. Herkes şaşkındı.
Şaşkınlık evresini atlatan depremzedeler gerçekle yüzleşmeye başlamıştı. Can pazarında herkesin gözleri yakınlarını arıyordu. Anneler ve babalar çocuklarını, çocuklar ebeveynlerini; ağabeyler, ablalar kardeşlerini arıyordu. Bütün binaların ışıkları sönmüştü. Herkes birbirlerine komşularını soruyordu. Etraf çok karanlıktı. Belki de ilk kez yaşadıkları şehrin bu kadar karanlık olduğunu fark ediyorlardı. 9-10 katlı binalar iskambilden yapılmış evler gibi çökmüş, karanlıkta ondan daha kara bir moloz yığınına dönüşmüştü.
Sokağa kendilerini atabilenler canlarını kurtarmış ancak, enkaz altında kalan yakınlarının acı çığlıkları, “bizi kurtarın” feryatları karşısında hiçbir şey yapamamanın acısını yaşama şansızlığıyla karşı karşıya kalmıştı. Yakınlarının acı çığlıklarını duymak onlar için adeta hayatta kalmanın ağır bedeli gibiydi.
Panik halinde kendilerini dışarı atarken cep telefonunu yanlarına alanlar büyük umutlarla yardım istemek için telefonlarına sarıldılar. Birkaç başarısız denemenin ardından iletişimin kesik olduğunu fark ettiler. Tekrar tekrar, aralıksız, dakikalarca arama yapmayı denediler. Telefon ekranında şebeke olmadığı uyarısını görmelerine rağmen aramayı bırakmadılar. Ama ne çare! En çok ihtiyaç duyulduğu anda iletişim hatları çökmüştü. Telefonlar çekmiyordu. Yakınlarının kurtarın feryatlarını duyan depremzedeler, çaresizdi, kimseden yardım isteyemiyordu.
Her geçen saat acıyı büyütüyordu. Ne ışık vardı ne haberleşme. Hava çok soğuktu, kar yağıyordu, gece karanlıktı. Ateş böceği ışığı gibi telefon ışıklarından başka ışık da yoktu. Bu şehir bu kadar karanlık mıydı? Gün ağarmaya başlayınca felaketin vahameti de iyice ortaya çıktı. Durum karanlıkta göründüğünden daha korkunçtu. Yaşadıkları şehir enkaz yığınına dönmüştü. Hava aydınlanırken yürekler daha fazla kararıyordu. Nasıl olmuştu da kendileri bu moloz yığınının altında kalmaktan kurtulabilmişlerdi? Telefonları ellerindeydi, ama neye yarar. Kimseyi arayamıyor, kimseye ulaşamıyorlardı. Haberleşme kesikti. Yardım isteyemiyorlar, şehir dışındaki akrabalarına, annelerine, kardeşlerine, babalarına, çocuklarının ulaşamıyorlardı.
Kahramanmaraş merkezli depremlerde baz istasyonları üzerinde bulunduğu binalarla birlikte yerle bir oldu. Deprem elektrik şebekelerini de vurdu. Bu ise ayakta kalan baz istasyonlarının çalışmasını da engelledi. Bölgede, depremin ilk saatlerinde haberleşme sistemi neredeyse tamamen çöktü. Asrın felaketi, 11 ili, ülke yüzölçümünün yaklaşık onda birini, nüfusun yaklaşık yüzde 15’ini vurdu. Türkiye’nin tamamı ise acıyı en derin şekilde yüreklerinde hissetti. Depremin ardından yardım için herkes seferber oldu. Haberleşme sistemleri ise onlara en fazla ihtiyaç duyulan bir dönemde etkin şekilde kullanılamadı. Günümüz teknolojik imkanlarıyla bu durumu yaşamamamız lazımdı. Fakat bu ilk değil. Her depremden sonra aynı sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Yaşananlardan ciddi dersler çıkarmak için vakit geldi de geçiyor bile.
Deprem kuşakları üzerinde olan ülkemizde her şeyden önce depreme dayanıklı binalar yapmak zorundayız. Buna ilave olarak en zor şartlarda bile çalışacak haberleşme sistemleri kurmalıyız. Başta sektör olmak üzere herkes “en yıkıcı doğa olayı olan depremlerde bile kesintisiz çalışabilecek haberleşme sistemi” nasıl olmalıdır sorusunu kendisine sormalıdır. Bu sorunun cevabı aslında zor değil. Bunun için öncelikle haberleşme sistemini çalıştıran gereklilikleri incelemekle başlayabiliriz. Bu gerekliliklerden ilki doğru planlanmış ve sağlam yapılmış bir haberleşme altyapısıdır. İkinci sırada ise haberleşme sistemlerini besleyecek enerji gelmektedir. Görüldüğü gibi haberleşme sistemlerinin her şartta çalışabilmesi için çok sayıda parametreye ihtiyaç yok. Doğru planlanmış haberleşme altyapısı ve bu haberleşme sistemini kesintisiz besleyecek enerji yetiyor.
Bunlara ilave olarak haberleşme hizmeti veren operatörlerin deprem senaryoları olmalıdır. Bu senaryolar kağıt üzerinde kalmamalı, bir felaket anında derhal hayata geçirilmelidir. Deprem senaryoları yazılı hale getirilip, belirli aralıklarla çalışanlar eğitimden geçirilmeli, tatbikatlar yapılmalıdır. Görev dağılımında yedekli görevlendirme prensibi benimsenmelidir. Operatörler deprem anında sahaya hızlıca gönderebileceği mobil baz istasyonu ve depremde ne yapacağını bilen insan kaynağını hazır bulundurmalıdır. Ayrıca deprem anında bütün operatörlerin baz istasyonları diğer operatör abonelerine hizmet verecek şekilde yapılanmalıdır. Hangi operatörün abonesi olursanız olun deprem anında aboneler kendilerine en yakın çalışır durumdaki bir baz istasyonu üzerinden iletişim sağlayabilmelidir.
Kahramanmaraş depremi bir kez daha gösterdi ki baz istasyonlarının deprem dayanıklı olmayan binaların üzerinde kurulması haberleşme için büyük risk taşıyor. Operatörlerin baz istasyonlarını rastgele binalar yerine depreme karşı dayanıklı binalar veya binalardan bağımsız direkler üzerine kurmaları gerekiyor. Hali hazırda mevcut baz istasyonlarının yerleri yeniden gözden geçirilip, olası bir felaketten etkilenmeyecek yerlere taşınması elzemdir. Her baz istasyonu için elektrik kesintisi ihtimaline karşı güneş enerjisi sistemleri ve günün karanlık saatlerinde baz istasyonunu kesintisiz çalıştırılabilecek akü sistemleri kurulmalıdır. Böylece şehrin elektrikleri tamamen kesilse bile alternatif enerji kaynakları otomatik olarak devreye girecek ve haberleşme sisteminin kesintisiz hizmet vermesi sağlanacaktır.
Ülkemiz deprem kuşakları üzerinde. Bütün planlamamızı bu gerçeği bilerek yapmamız gerekiyor. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın her an deprem üretebileceği gerçeğini bilmeli ve depreme hazırlıklı olabilmeliyiz. Yaşadığımız büyük depremler bize, depreme dayanıklı binaların ne kadar önemli olduğunu, depremin ardından iletişimin kesintisiz devamının ne kadar hayati olduğunu gösterdi. Umarım faturası çok büyük olan bu depremden ders alırız. Ancak bir şaman öğretisinin dediği gibi de, “Ders, sen öğrenene kadar devam eder.”