DEPREMDE HABERLEŞME SİSTEMLERİNE NE OLDU?

6 Şubat 2023 Pazar günü, sabaha karşı, Saat 04:17’de 11 ilimizi doğrudan etkileyen 7,7 ve 7,6 şiddetindeki ardışık iki büyük deprem hepimizin yüreğini dağladı. 50 bine yakın vatandaşımız ya hemen deprem anında ya da tedavi için kaldırıldıkları hastanelerde yaşamlarını yitirdi. Bu sayının çok daha fazlası yaralı kurtuldu. Yaralıların bir kısmı ömür boyu eksikliğini hissedecekleri şekilde beden bütünlüğünden yoksun kaldılar. Küçücük çocukların bile elleri, ayakları ampute edildi. Canını sapasağlam kurtaranlar ise mal-mülk ve yakınlarını kaybetmenin sonucu olarak psikolojik travmanın yarattığı zihinsel hasarı onarmaya çalışıyorlar.

Depremlerin yıkıma neden olduğu coğrafyayı gözümüzün önünde canlandırmak için bir kıyaslama yapmak yararlı olabilir. Birbirine komşu 11 ilin yüzölçümü alt alta toplandığında Bulgaristan’ın yüzölçümüyle tamı tamına aynı (110bin km2). Daha belirgin bir kıyaslama olması açısından; neredyse Birleşik Krallık kadar. Depremle yıkılan, depremden sonra kendi kendine yıkılma olasılığı çok artan ve güvensiz olduğu için yıkılması gereken bina sayısı 232 bini buldu. Elimizdeki büyüklükler afetin felakete dönüşmüş olduğunu çok kolay ve net gösteriyor.

Böylesi bir büyük felaketin, bu denli tahripkâr etkisini not ettikten sonra konumuza dönersek, haberleşme şebekelerinde kullanılan sistemlerin, teknolojileri ne olursa olsun (mobil, sabit, sualtı, uydu, vd.) teker teker ele alındıklarında deprem, sel, tsunami, kasırga, yangın vb. felaketlere karşı %100 dayanıklı olamadığını biliyoruz. Bunun bir nedeni, şebekelerin çok fazla elektronik ve mekanik bileşenden oluşması ve yapısının çok karmaşık olması ise diğer nedeni de haberleşme şebekesi hangi teknolojiyi kullanıyor olursa olsun, bir anahtarlama sistemine ihtiyaç duymasıdır. Bir başka deyişle, kitlesel haberleşme hizmeti bir cihazdan diğer cihaza doğrudan bağlanarak gerçekleşmez. Onun yerine, tek tek cihazlar katmanlar halindeki anahtarlama sistemlerine kablolu, radyo-link ya da uydu transmisyon hatlarıyla bağlanırlar (bağlantı noktalarına ‘düğüm-node’ adı da verilir). Yani elinizdeki cihaz bir nedenle (kaybolma, arızalanma, hasar görme, pilinin bitmesi vb.) çalışamaz hale gelirse yalnızca sizin haberleşmeniz kesilir. Siz birisine erişemezsiniz, başka birisi de size erişemez. Ama sizin bağlandığınız ilk düğüm hasar görürse (örneğin bir baz istasyonu tahrip olmuşsa); sizin gibi yüzlerce kullanıcı erişim sağlayamaz, bu kişilere başkaları da erişemez. Düğümlerin bağlandığı üst katmanlardaki düğümlere (anahtarlama sistemleri) çıkıldığında ya da transmisyon hatları zarar gördüğünde erişimi kesilen kullanıcıların sayıları binleri, on binleri hatta yüzbinleri bulur.

Diğer bir husus da mobil ve sabit şebekelerin arasındaki aktarımlardır. Örneğin, bir mobil numara, sabit bir numarayı aradığında haberleşme mobil şebekede başlar, ama sabit şebekede sonlanır. Kullanıcılar o sırada, aynı anda iki farklı teknolojiye dayalı şebekeyi kullanırlar. Bu durumda mobil şebekede bir sorun varsa sabit şebekeye bağlı olarak arayan kişi mobil şebeke abonesiyle, tersi olduğunda mobil şebekeden arayan kişi sabit şebeke abonesiyle haberleşemeyecektir.

11 Mart 2011’de Japonya’da olan ve Büyük Doğu Depremi olarak adlandırılan felakette çalışmaz hale gelen baz istasyonu sayısı 29 bini bulmuştu. Mobil haberleşmenin depremden önceki düzeye gelmesi 59 gün sonra mümkün olabildi. %100 dayanıklılık konusunda garantisi olmamakla birlikte haberleşmenin kesilme olasılığını azaltmak için yanı başınızda sabit, mobil ve uydu haberleşmesini sağlayacak cihazlarınız ve bu şebekelerde süren aboneliğinizin olması gerekir. Böyle bir kombinasyonun herkes için olabilirliği mümkün değildir. Tekrarlarsak Dünyanın hiçbir yerinde her türlü felakete karşı %100 dayanıklı bir haberleşme sistemi yoktur.

Alt yapının hasar görmüş olması ve çalışamaz hale gelmesi haberleşmenin kesilmesinin başlıca nedeni olsa bile tek nedeni değildir. Uydu haberleşme sistemleri de dahil olmak üzere tüm şebekeler enerji varsa çalışırlar. Şebeke altyapısı olduğu gibi ayakta kalsa dahi enerjisi yoksa çalışmayacaktır. Çünkü hepsi elektronik altyapıya dayanır. Nasıl enerjisi yoksa, elinizdeki cep telefonları, masanızdaki DECT telefonlar, modemler, yükselticiler, yönlendiriciler (router) çalışmıyorsa, baz istasyonları, santraller ve benzeri haberleşme bileşenleri de çalışamaz. Aslında, baz istasyonlarındaki elektrik kesintilerinde haberleşmenin sürmesi için her zaman önlemler alınır. Aküler, kesintisiz güç kaynakları ya da jenaratörler bulundurulur. Ne var ki; bunların çalışma süresi saat mertebesindedir. Sürekli dolu akü ve kesintisiz güç kaynağı ya da jeneratörler için sürekli dizel bulmak gerekir. Ne var ki; 6 Şubat depreminde jeneratörlerin sahaya hızla intikal ettirilmesine karşın gerekli yakıt istasyonları ya depremden etkilenerek kapalı kaldı ya da açık olsa bile aşırı talep yüzünden tankları kısa sürede boşaldı. Ayrıca yolların bozulması veya yoğun trafik yüzünden jeneratörlere yakıtın hızlıca ulaştırılamadığı zamanlar oldu. Unutulmaması gereken bir başka sorun ise jeneratörlerin yapısı. Bazı jeneratörler günlerce 7/24 kesintisiz çalışacak tasarıma sahip değiller ve bu nedenle mutlaka arada dinlendirilmeleri gerekiyor.

Özetle, cihazları çalıştıracak enerji bulunamadığında haberleşmeyi sürdürecek başka bir olanak kalmaz.

Kandil, bayram, anneler günü, yılbaşı gibi özel günlerde konuşma, mesajlaşma ve internet trafiği artıyor. Fakat bu durumda bile artan trafik bir anda sıçrama yapmaz. Gün içine (hatta bayram günlerine) yayılır ve genellikle konuşmalar daha kısadır.

Oysa, afet zamanlarında insanlar refleks olarak felaketin olduğu yerdeki akrabaları, arkadaşları, meslektaşları ile medya organları, hastaneler, çağrı merkezleri, itfaiye, arama kurtarma kuruluşları vb. gibi pek çok kişi ve kurumu ardı ardına arayarak durumu öğrenmek ya da yardım talebinde bulunmak isterler. Böyle zamanlarda haberleşmek için telefonlarını kullanan insanların normalden daha uzun konuştuklarını, birbirlerine çok sayıda video gönderdiklerini, sosyal medyada sürekli video izlediklerini ya da paylaştıklarını unutmamak gerekir. Bu davranış neticesinde hatlar kaçınılmaz olarak hep meşgul edilmiş olur. Bu refleks olağan haberleşme trafiğini anormal derecede artırır ve şebekelerdeki yük bir anda en üst mertebeye çıkar. Nasıl her taşıt sahibi aynı anda yollara çıkmış olsa trafiğin hiç akmayacak biçimde kilitleneceğini biliyorsak, haberleşme şebekelerinin de artan trafiği belirli bir düzeye kadar karşılama kapasiteleri olduğunu unutmamamız gerekir. Yine Japonya’daki Büyük Doğu Depremi’nden örnek verirsek, mobil trafik yükü 60 kez artmış, bunun karşılığında operatörler, arama-kurtarma ekipleri ve diğer görevliler dışında kalanların haberleşme kapasitesini %95’e kadar kısıtlamıştı. Türkiye’de, Anayasa’da tanımlanan ‘Haberleşme Hürriyeti’ ile ilgili 22. Madde böyle bir kısıtlamaya izin vermiyor. O nedenle, operatörler kapasitelerini oldukça yüksek tutacak altyapılara sahipler. Ama yine de, bir şebekenin alt yapısıyla  hemen herkesin aynı anda başkalarını arayarak hatları uzun süre meşgul etmesi karşısında  zaman zaman da olsa her hangi bir sıkışıklık olmadan hizmetler karşılanamaz. Özellikle, mobil şebeke üzerinden saatlerce video izleme, video gönderme gibi geniş bant haberleşme hizmetleri aşırı talep görüyorsa... Bu nadir sıkışmalar olmasın isteniyorsa; bunu karşılayacak bir alt yapının olması için, kat be kat daha büyük bir şebeke yatırımı yapmak ve kullanılmadığı zamanlarda dahi bakımını sağlamak gerekir. Bu denli büyük bir yatırımı yapan operatör dünyada mevcut değildir. Çünkü, atıl kapasite için yatırımı büyüttükçe, hem yatırım giderleri, hem operasyon giderleri de katlanarak büyüyecektir. Dünyanın her yerinde, ticari kuruluş olan operatörler ister istemez bu maliyetleri müşterilerine yansıtmak zorunda kalırlar. Aşırı büyük, atıl kapasiteli bir şebeke için ürün satan yabancı üreticiler sonuçtan belki memnun kalabilir, ama başta müşteriler ve operatörler bunun bedelini ödemek istemez. Mobil iletişimde teknoloji bir nesilden ötekine geçerken daha önceki neslin teknolojisi terkedilmez. Nitekim, Türkiye’de şu an hem 2G, hem 3G hem 4.5G şebekesi mevcut ve aktiftir. Bunun nedeni bir yanda şebekedeki yükü akıllıca dağıtmak, öte yanda yeni nesil teknoloji ile çalışan telefonlara sahip olmayanların da haberleşmelerini sürdürmelerini sağlamaktır. Bugün bile, Türkiye’de ve dünyanın pek çok yerinde hala sadece 2G teknolojisi ile haberleşme yapan telefonunu bırakmayan bir çok kullanıcı vardır. Dolayısıyla her yeni nesil şebeke kurulumunda gerekli kapasitenin aşırı fazlası için yatırım yapmanın maliyeti toplamda altından kalkılamaz bir boyuta ulaşır.

İşin bir başka boyutu da, telekomünikasyonu sağlayan donanımın bir çok farklı üreticiden sağlanan, bir çok farklı bileşen ile oluşturulmasıyla ilgilidir. Ağır hasar gören teçhizatın tamiri ya kısa sürede mümkün olamayabilir ya da tamamen imkânsızdır. Bunların yenileriyle değiştirilmesi gerekir. Stoklarda yeteri kadar yedek malzeme olsa dahi bunları felaketin olduğu lokasyona getirmek çeşitli nedenlerle saatler, hatta günler alabilir. Çözüm olarak taşıtlara monte edilmiş baz istasyonlarını hızla olay yerine göndermek doğru bir yaklaşım olsa da; bu taşıtlar genellikle kara yoluyla gittikleri için mesafenin uzunluğu, yolların hasarlı olma durumu, taşıt trafiğinin artması, yollardaki güvenlik denetimleri ulaşımı geciktirir. Yerlerine ulaştıklarında enerji sorunları yüzünden yetersiz kalabilirler. 2010 yılında Haiti’deki 7.0 şiddetindeki depremin hemen ardından yapılan tespitte baz istasyonlarının %12’sinin çalışamadığı saptanmıştı. Çok geçmeden bu oran elektrik enerjisinin kesilmesiyle %86’ya çıktı. 6 Şubat depremlerinde olduğu gibi on binlerce binanın yıkıldığı bir alanda, kapsama alanını geniş tutmak için çoğunlukla çatılarda kurulu olup da depremden etkilenen ve hasar gördüğü için kullanılamayan binlerce baz istasyonunun yerini alacak aynı sayıda mobil baz istasyonunu, hem de depremin olacağı yeri kestirerek yakınında park halinde tutmak ve depremden depreme kullanmak akılcı bir çözüm olamaz. Kaldı ki; depremin ne zaman olacağı bilinemeyeceğine göre onları çok uzun süre hiç çalıştırmadan tutmakla zamanla çalışamaz hale getirebilir. Ayrıca afet bölgesine götürüldüklerinde, sürekli çalışabilmeleri için enerjinin elzem olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Kısaca, operatörler ağır hasar gören techizatlarını çok kısa sürede eskisi gibi sürekli ve yüksek performansla çalıştıramayabilirler.

Ne yazık ki; doğa felaketleri insanlara, cinslerini, yaşlarını, ırklarını ayırmadan zarar verirken yaptıkları işlere göre de (mesleklerine göre) ayırmıyor. 11 ilimizde yıkılan hastanelerde, itfaiyelerde, karakollarda, okullarda ve benzeri yerlerde görev başındayken, yaralanan, bu yüzden sakat kalan ya da ölen sağlık personeli, itfaiyeci, polis ve öğretmenlerin olduğu gibi 7/24 kesintisiz haberleşme hizmeti için çalışan telekomünikasyon sektörü mensupları ile anne, baba veya çocukları ya yaralandı veya öldü. Bu vesile ile telekomünikasyon sektörü mensupları dahil olmak üzere, depremde yaşamını yitirenlerin tümüne bir kez daha rahmet, acılı yakınlarına sabırlar, iyileşmeyi bekleyen yaralılara acil şifalar diliyorum.